Birleşik Avrupa farklı geleneklerden doğan kurumsal çeşitliliği yüzünden daha başlangıcında fiilen çokkültürlü bir yapıdır. Avrupa Birliği'nin politik projesi bu çokkültürlülüğü görmezden gelemez. Ayrıca Avrupa çokkültürlülüğü uluslarüstü kurumlar tarafından kültürel, ulusal ve dilbilimsel çeşitliliğe legal bir statü vermek üzere kurulan örgütsel bir form olarak da şekillenmektedir. Bu durumda verili bir gerçek olan çokkültürlülüğü Avrupalı siyasal kimliğinin temeli olarak düşünmek mümkün müdür?
Bir yandan Avrupa anayasası, diğer yandan Türkiye'nin üyelik başvurusu -Takvimin azizliği!- Avrupa projesinin hukuki ve söylem açılarını bir çeşit yarışma içine sokmuş gibi: Halkların çeşitliliği, insan haklarına saygı ve evrensel değerler üzerine kurulan bir söylem karşısında, bu çeşitliliği birleştirmeye ve ona, geriye dönük olarak kültürel, dinsel ve tinsel kader atfeden, ortak bir kültürel miras inşa etmeye çalışan hukuki bir gerçek arayışı. Avrupa oluşumunun paradoksu işte budur ve bu paradoks, ayna işlevi gören Türkiye üzerine tartışmalarla ortaya çıkmıştır.
Dolayısıyla Türkiye'nin adaylığı etrafındaki tartışma, Avrupa kimliğinin oluşumunda çok öenmli bir aşama oluşturmaktadır. Türkiye'nin ötekiliği, birleşmiş bir Avrupa imajı yaratmayı başarmıştır. Bu, ne yazık ki, medeni bir siyasal kültür üzerinden değil, dini miras ya da medeniyet terimleri ile ortaya konulan Biz Avrupalılar ifadesi üzerinden gerçekleştirilmeye yöneldi.
-Riva Kastoryano-
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için, amaçlarla sınırlı ve gizliliğe uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Çerezleri nasıl kullandığımızı incelemek ve çerezleri nasıl kontrol edebileceğinizi öğrenmek için Çerez Politikamızı inceleyebilirsiniz.