Bu yazılar, Marxçılığı, bir dogma değil bir yöntem olarak ele almak isteyen bir düşünce çabasının ürünleridir. Amaç, Osmanlı-Türk toplumunun gerçeklerini, resmi tarih ve ideolojinin ötesine geçerek ve bunların iç yüzlerini ortaya dökerek açıklamaktır. Dolayısıyla, bu yazılarda, yabancılaşma Asya-tipi Üretim Tarzı gibi kavramlara gönderimler vardır. Bunların yanı sıra ve bunlara bağlı olarak bizde, bireyin Batı'daki bireyden nasıl ve neden farklı olduğu üzerinde durulmuştur. Ayrıca, çeşitli Batı düşünce akımları, bunların felsefesiz bir toplumla ilişkileri ve nasıl özümlendikleri ya da özümlenmedikleri de bu yazıların ele aldığı sorunlar arasındadır. Bir başka önemli sorun, insanın ancak felsefeyle insan-olabileceği sorunudur. Eğer insanoğlunun temel varlığı düşünceyse, felsefenin edindiği formlar insanın hangi aşamada olduğunu ortaya dökmek zorundadırlar. Bundan ötürü, ancak düşünce ve kültürle belli bir aşamaya varılabileceği ve tepeden inme şekilsel politik reformlarla insansal içeriğin köklü bir değişikliğe değil, (Tanzimat ve Cumhuriyet dönemlerinde görüldüğü gibi), ancak gülünç bir kılık değişikliğine uğratılabileceği de bu yazılarda ileri sürülen tezler arasında yer almaktadır.
Tadımlık
Sosyalizm Teorisi ve Mülkiyet
Sayın Profesör Cahit Tanyol, 31 Ekim 1962 tarihli Yön dergisinde Türkiye'de Mülkiyet Meselesi adlı bir makale yayınladı. Profesör bu yazısında Marks'ın mülkiyet anlayışına dokunuyor. Ama daha önce Marks'ın felsefesi konusunda yaptığı yanlışların yeni bir örneğini veriyor. Türkiyede mülkiyetin özel bir yapısı olduğunu kanıtlamaya girişmeden önce, Marksın mülkiyet konusunda neler düşündüğünü doğru bir biçimde özetlemesi gerekirdi. Oysa sayın Tanyol'un Marksçı devlet nazariyesinin kurucusu olan Marks'a göre de, mülkiyet, emektir dediğini görüyoruz. Önce şunu belirtmek gerekir. Marks'ın gözünde mülkiyet bir bağlantıdır. Yani toplum içindeki insanların, üretim araçları ile aralarındaki bağlantıdır. Tarih gelişimi içindeki insanların, üretim araçları ile aralarındaki bağlantıdır. Tarih gelişimi içinde bu bağlantı çeşitli biçimlere girdiği ve çeşitli muhtevaları dile getirdiği için mülkiyeti, tek bir terimle (Tanyol'un tanımında emek terimi ile) açıklamak kabil değildir. Mülkiyet Marks'a göre belli bir tarih aşamasında emekle aynı şey olduğu halde, başka bir aşamada emekten büsbütün uzaklaşır ve bir takım insanların karşılığı verilmiş emeği kendilerine maletme hakkı olarak belirir. Marks bu konuda şöyle diyor: Başlangıçta, mülkiyet hakkı, insanın kendi emeği üzerine temellenmiş gibi görünüyordu. Daha doğrusu eşit haklara sahip meta üreticilerinin biri ötekinin metaına sahip olmak istediği zaman, kendi metaını elinden çıkarmak zorunda kaldığı ve elinden çıkardığı bu metaı ancak emeğiyle yeniden ortaya koyabildiği bir ortamda mülkiyetin, emek üzerine temellendiği varsayımını (faraziyesini) kabul etmemiz gerekiyordu. Oysa kapitalizmin daha sonraki gelişiminde, mülkiyetin, kapitalist bakımından, karşılığı verilmemiş emeği ve bu emeğin ürününü kendine mal etme (appropriation) haline girdiği ve işçi bakımından da kendi ürününü kendine mal etmeme halinde belirdiğini görüyoruz. Mülkiyetin emekten ayrılışı, mülkiyet ve emeğin özdeşliğinden (ayniyetinden) doğan kanunun zorunlu bir sonucu halinde ortaya çıkmıştır. (Capital, C.I., s. 639-640, Modern Library) Demek ki sayın Tanyol'un sözünü ettiği mülkiyet yani Marks'a göre kapitalist düzende üretim araçlarının özel mülkiyeti, karşılığı verilmemiş emeği kendine mal edinme hakkıdır ve bu hak, hukuk tarafından müeyyideleştirilmiştir.. Yani Marks'a göre kapitalist düzendeki mülkiyet, üretim araçlarını ellerinde tutanların, başkaları tarafından ortaya konan ürünü kendilerine mal etme hakkından başka şey değildir. Yukarıda gördüğümüz gibi, Marks, kapitalist üretimin temeli olan meta üretiminden önce kendi üretim araçları ile ürün ortaya koyan ve bu ürünleri başkalarının kendi üretim araçları ile ortaya koydukları ürünlerle değiştirenlerin yani zanaat üretimi yapanların mülkiyetini emekle tanımlayabiliriz, demektedir. Ama yine Marks'a göre, zanaat üretiminin yerini kapitalist üretim aldıkça, yani meta üretimi aşamasına geldikçe, bu üretimin kaçınılmaz sonucu olan artık değerin ortaya çıkışı ile, işçinin karşılığı verilmemiş emeğinin kapitalistin cebine girmesi mülkiyet ile aynı şey olmuş yani özdeşleşmiştir. (Capital, C.I., s. 634-644, Modern Library) Sayın Tanyol, bu makalesinde de Marks'ın felsefesine dokunarak şöyle diyor: Bir çok sosyalist yazarlar, Marks felsefesinin temelini teşkil eden diyalektik materyalizmi, Hegel felsefesini tersine çevirmekle açıklarlar. Herkesin bildiği bu gerçeği açıklayan, sosyalist yazarlardan önce Marks'ın kendisidir. Marks, tarihi maddecilik ile ilgili bütün el kitaplarında yer alan şu cümleyi, Kapital'in önsözünde yazmıştır: Benim diyalektik metodum, Hegel'in metodundan farklı değildir sadece. Hegel metodunun tam karşıtıdır. Hegel'e göre insan kafasının yaşama-süreci, yani, düşünce süreci dediğimiz şey, (Hegel bunu ideterimiyle dile getirir ve bağımsız bir özne gibi ileri sürer) gerçek dünyanın yaratıcısı ve şekillendiricisidir. Ona göre gerçek dünya, idenin fenomenler içinde dile gelen dış bir biçiminden başka bir şey değildir. Bunun tam tersine, ben düşünce dünyası dediğimiz şeyin, gerçek dünyanın insan zihni tarafından yansıtılması ve düşünce biçimine getirilmesinden başka şey olmadığını ileri sürüyorum (İbidem s. 25). Sayın Tanyol Marks felsefesinin temelini teşkil eden diyalektik materyalizm diyor. Marks'ın felsefesi, acaba diyalektik materyalizm denilen görüş ile bir tutulabilir mi? Marks'ın hiç bir eserinde diyalektik materyalizm sözünün geçmediğine, sayın Tanyol'un dikkatini çekmek isterim. Profesör Tanyol, yine aynı yazısında, servetin ana kaynağı olan toprak mülkiyeti yerine, üretim vasıtalarının mülkiyeti geçmiştir diyor. Marksçılık, toprağı da üretim araçlarından sayar. Bu bakımdan toprağın mülkiyeti, üretim araçlarının mülkiyetinden farklı değildir. Yani toprağın mülkiyeti, üretim araçlarını teşkil eden öğelerden birinin mülkiyeti demektir. Sayın Tanyol'un mülkiyetten söz ederken şahsi mülkiyet,
Okuyucu Yorumları