Sofya; Çinin bizim Sincan diye adlandırdığımız eyaletinde sürgünlüğü yaşamış dört çocuklu bir ailenin bireyi. O
topraklarda doğmuş, adı, bilge anlamında. Derin bir duyarlılığı, yoğun bir edebiyat kültürü var. Onu ilk tanıdığımda
dikkatimi çeken yanı heyecanı, coşkusu ve köklü edebiyata hâkimiyetiydi. GÖÇte öyküleştirdiği yaşanmışlıklar çok
içten; canlılıkları insanı sarsıyor. Birbirlerine bağlayarak kurguladığı öykülerdeki gerçeklik ve yaşanmışlık, okuru;
zaman, mekân ve koşulların değişimine bağlı olarak süreğen biçimde sarsıp duruyor. Bunu yaparken umudun hiç
kesilmediğini yumuşak anlatımıyla vurgulayıp geçiyor. Bu sırada dile getirdiği insanlık halleri çok çarpıcı. Dönüp
dönüp okumak gereğini duyuruyor. Nasıl bir duyarlılıktır bu ve nasıl net, temiz, güzel ve farklı bir anlatımdır?
Sofyanın sürgün dünyası; benliğini algıladığı çağdan başlayarak, yaşadığı topraklarda eğreti ve korunmasız
olduğunun bilincine vardığı zor bir yaşam atmosferi. Aile dağılmış, dışlanmış ve yoksul. Onun bunlardan çok,
yaşanan ve yaşanabilir olan sürekli korkunun farkında oluşu, yapıtını özgün kılan yanlarından biri. Sonra GÖÇü
anlatmaya başlar. Varılan yer: İstanbul. Göç, bir yerde sonlanmıyormuş meğerse. GÖÇ, gidilecek yerlere
varıldığında değil, kök salınması başladığında değişecek bir yaşamın umududur.
Dilerim arkası gelir. Sofyanın olağandışı anlatımı artık özlediğimiz bir şey.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için, amaçlarla sınırlı ve gizliliğe uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Çerezleri nasıl kullandığımızı incelemek ve çerezleri nasıl kontrol edebileceğinizi öğrenmek için Çerez Politikamızı inceleyebilirsiniz.