Osmanlı yönetimi Arnavut Sorununa tamamıyla bir asayiş sorunu olarak yaklaşmış, Batılı kaynaklar bunu ulusçu hareket olarak değerlendirme eğiliminde olmuş, yine Arnavut kaynaklar da konunun ulusçu yönü üzerinde yoğunlaşmışlardır. Bu kitapta II. Meşrutiyetin ilk yıllarını kapsayan dönemde İttihat ve Terakki yönetimine karşı gelişen Arnavut muhalefeti ve bu muhalefetin bir parçasını oluşturan Arnavut ulusçu hareketi, içerisinde geliştiği siyasi koşullar ve yönetimle ilişkisi çerçevesinde çözümleniyor.
Tadımlık
GİRİŞ
19. yy.ın sonlarında Osmanlı yönetimindeki Arnavutlar arasında gelişen muhalif hareketi ulusçu bir hareket olarak tanımlamak sorunlu bir girişimdir. Osmanlı yönetimi Arnavutlukta gelişen olayları vaka-ı âdiye olarak değerlendirmiş, buna karşılık Avrupalı kaynaklar bunu ulusçu bir hareket olarak görme eğiliminde olmuşlardır. Arnavut tarihçiler ise, 1878-1912 arasındaki dönemi Rilindje Kombëtare, yani Ulusal Yeniden Doğuş olarak adlandırmışlardır.
Ernest Gellnerin, birçok diğer araştırmacı tarafından da kabul edilen ulusçuluk tanımı, ulusçuluğun öncelikle politik ve ulusal birimin örtüşmesini öne süren politik bir ilke olduğudur. Kısaca ulusçuluk bir politik meşruiyet teorisidir1. Gellnerin tanımını benimseyen bir diğer araştırmacı, Eric J. Hobsbawm, uluslar ve ulusçuluğun bir toplumsal mühendislik ürünü olduğunu ve gelenekler ve ulusların icat edildiklerini savunur2. Michael Hechter da ulusçuluğun bir toplumsal mühendislik ürünü olduğu görüşünü paylaşır, yine de bu toplumsal mühendislik ürününün ortaya çıktığı koşulların incelenmesinin yararlı olduğunu söyler. Hechter da Gellnerin ulusçuluk tanımını benimser; ulusçuluk, ulusun sınırlarının yönetim biriminin sınırları ile örtüşmesi amacıyla tasarımlanmış kolektif bir eylemdir. Yani, ulusun ve yönetim biriminin örtüşmesini amaçlayan gruplar, açık bir şekilde ulusçudurlar. Ancak ulusçuluk sabit değil, değişkendir. Eğer bir grup, tam bağımsızlıktan daha azını amaçlıyorsa, daha az ulusçudur. Eğer, amacı ulusal self-determinasyon olan bir toplumsal hareket mevcut değilse, bir girişim ulusçuluk olarak adlandırılamaz3. Arnavut muhalif hareketine bakıldığında, özellikle 1878den itibaren, Arnavutların yoğun olarak yaşadıkları vilayetlerin tek bir vilayet olarak birleştirilmesi talebinin süreklilik gösterecek bir şekilde tekrarlandığı görülmektedir. Özerklik talebi başlangıçta aydın kesimle sınırlı kalmakla birlikte, tek bir vilayet şeklinde yönetilme isteği daha genel ölçekte paylaşılmıştır. Dolayısıyla Arnavutlar arasında ulusun sınırlarının yönetim biriminin sınırları ile örtüşmesini amaçlayan bir kesimin mevcut olduğu görülmektedir. Bu grup tam bağımsızlıktan daha azını amaçlamaktadır ve bu açıdan, Hechterın ifadesi ile, daha az ulusçu olarak değerlendirilebilir. Ancak bu değerlendirme, Arnavut muhalif hareketi içerisinde ulusçu bir kesimin varlığını göz ardı edemez.
Miroslav Hroch, oluşumunu tamamlamış bir ulusun tüm niteliklerine kavuşma amacına yönelik örgütlü çabaları, ulusal hareketler olarak tanımlamaktadır. Bir ulusal hareketin programında yer alan hedefler; yerel dile dayalı bir ulusal kültür oluşturulması ve bu dilin eğitim, yönetim ve ekonomik hayatta kullanılması; eğitimli seçkinler ve girişimci sınıflarla, köylü ve örgütlü işçi sınıflarını da içeren, eksiksiz bir toplumsal yapı yaratılması; ve sivil hakların ve kendi kendini yönetme hakkının elde edilmesidir. İlk aşamada, hedeflerin belirlenmesinde özerklik yeterli görülebilir, bağımsızlık hedefi daha geç ifade edilebilir. Bir ulusal hareketin başlangıcıyla, başarılı bir şekilde sonuca ulaşması arasında, katılımcıların niteliği, oynadıkları rol ve etnik grubun ulusal bilinçlenme düzeyine göre üç yapısal evre ortaya çıkmaktadır; A evresinde, küçük bir entelektüeller çevresi etnik grubun ulusal kültürünü ve geçmişini bilimsel bir yaklaşımla keşfederek, bunları gruba yaymaya çalışırlar. Bu evrede, genellikle, siyasi istekler dile getirilmez. B evresinde, profesyonel bir ajitatör grubu kültürel ulusçuluğu siyasallaştırarak, bir ulus yaratma projesine kitlesel destek sağlama yönünde çaba gösterirler. C evresinde ise, etnik grubu oluşturanların çoğunluğunun desteğinin sağlanmasıyla bir kitle hareketi yaratılmış olur4. Dile dayalı bir ulusal kültür oluşturulması hedefi, Arnavut ulusçuların ulusal programında da yer almıştır. Arnavut ulusal bilincinin geliştirilmesi amacına yönelik olarak, Arnavutlar arasında tek ortak ve meşru unsur olan dilin geliştirilmesine öncelik verilmiştir. Özellikle Berlin Kongresini takip eden dönemde yoğunlaşan bu çabalar, birleşik ve standart bir dil yaratma ve bu dilin eğitim ve yönetim alanlarında kullanılmasının sağlanmasına yönelmiştir. Ulusal program öncelikle özerklik talebi temelinde şekillendirilmiş, bağımsızlık amacı uzun vadeli bir süreç olarak görülmüştür. Arnavut ulusçu hareketi, Hrochun sözünü ettiği A evresini 1878 sonrasında gerçekleştirmiş, siyasal özgürlükler getiren İkinci Meşrutiyetin ilânı ile birlikte kültürel niteliği ağır basan bu ulusçuluğun siyasallaştırılması ve kitlesel destek sağlanması yönünde aydınlar tarafından çaba gösterilmiş, ancak C evresini oluşturan kitle hareketinin gerçekleşmesi aşamasına ise bağımsızlık öncesinde gelinememiştir.
Ulusçuluğun bir siyaset biçimi olduğunu savunan John Breuilly, ulusçuluğun, devlet gücünü ele geçirmeye ya da kullanmaya çalışan ve bunu ulusçu savlara dayanarak meşru gösteren siyasi hareketleri tanımlamakta kullanıldığını belirtir. Ulusçuluk her şeyden önce siyasetle, siyaset ise iktidarla ilgilidir. Ulusçuluğu bir siyaset biçimi olarak değerlendirmek, ulusçuluğun içerisinde geliştiği siyasi koşulların yakından incelenmesini gerektirir. Modern devlet, bu siyasi çerçeveyi oluşturan en önemli özelliktir. Dolayısıyla, ulusçuluğu çözümlemeye çalışan genel bir yaklaşım ya da yöntem, öncelikle onun devlet yönetimiyle olan ilişkisini belirlemek zorundadır5. Breuillynin araştırmasının yoğunlaştığı konu, devlete yönelik ulusçu muhalefettir. Breuilly, ulusçu hareket ile devlet arasındaki ilişkilerden yola çıkarak, üç çeşit ulusçu muhalefetten söz eder; ayrılıkçı, reformcu ve birleşmeci6. Ulusçuluğun koordinasyon, mob
Okuyucu Yorumları