Medeniyetin, maddî ve manevî bütün unsurlarını bünyesinde toplayıp geliştiren İslâm, ilahi bir sistemdir. Bu sebeple Müslümanlar, ilahî vahyin, tedricî bir surette geliştirmeye çalıştığı medenî anlayışı, bir hayat nizamı olarak kabul ettiler.
Siyasî bir çevre içinde ortaya çıkan İslâm, nev-i şahsına münhasır bir özellik taşır. Tabir caizse o, ilahî bir medeniyettir. Bu, onun birçok müessesesinin temelinde ilahî hükümlerin bulunduğu mânâsına gelmektedir.
Bilindiği gibi İslâm Medeniyeti ve Müesseseleri Tarihi, Hz. Peygamber den bu yana geçen, bütün Müslüman toplumların yaşayış tarzını, ekonomik, sosyal, dinî, idarî, fikrî, teknik vs. gibi müesseselerini incelemektedir. Bu sayede biz, ilk Müslüman toplumlardan başlayıp günümüze kadar gelen ve değişik zaman ile mekân içindeki toplumun nasıl yaşadığını, nasıl düşündüğünü, neler yapmak istediğini, neyi başarıp neyi başaramadığını tesbit etme imkânını bulmaktayız. Bu bakımdan müesseseleri, toplum ve devletlerin tarih sahnesinde kuruluş, gelişme, aldıkları şekil ve geçirdikleri merhaleleri gözler önüne seren canlı örnekler yekûnu diye tarif etmek mümkündür. Bununla beraber İslâm müesseselerini ve dolayısıyla İslâm medeniyetini tanıyıp, onun insanlığın hizmetine sunduğu imkânları tedkik edip gün ışığına çıkarmak sanıldığı kadar kolay bir şey değildir.
Bu araştırmamızda konuları dinî, idarî, iktisadî adlî teknik, fennî, ilmî ve siyasî gibi bölümlere ayırmadık. Zira İslâm medeniyet ve teşkilâtlarını, yukarıda belirtilen bir kategoride mütalaa etmek, kanaatimizce konunun başka yönlerini eksik bırakmak olurdu. Mesela Şeyhülislâm, günümüz Milli Eğitim ve Adalet Bakanlıkları ile Diyanet İşleri Başkanlığı nın bütün görevlerini üstlenmiş bir yetkilidir. Bu bakımdan onun faaliyet ve yetki alanını sadece bir görevle sınırlamak mümkün değildir. Aynı şekilde günümüz uygulamasına göre malî bir mükellefiyet olarak kabul edilmesi gereken zekât ve öşür, aynı zamanda dinî birer vecibedirler. Keza kadı, bulunduğu şehrin hem adlî, hem askerî, hem de beledî yöneticisidir. Bu sebeple kadılığı bu üç bölümden hangisine koyarsanız koyun öbür bölümlerde bir eksiklik meydana gelecektir. Medeniyetin gelişmesinde gerekli olan ilim ve vasıtaları bakımından da durum böyledir. Sözgelimi tıb, hem insanların ızdırabını dindirmeye yönelik bir faaliyet alanı, hem de insanlara hizmet sebebiyle Allah rızasını kazanma vesilesi olan bir alandır. Bu sebeple biz, müesseseleri bir ayırıma tabi tutmadan müstakil bölümler olarak ele almayı uygun bulduk.
Günümüz İslâm dünyasında İslâm medeniyeti ve müesseseleri ile ilgili birçok eserin yazıldığı ve araştırmanın yapıldığı bilinmektedir. Fakat bütün bu araştırma ve eserlerde dikkati çeken husus, hemen hemen hepsinin, Müslüman Arap dünyasında kurulmuş devletlerin medeniyet ve müesseselerine ağırlık vermiş olmasıdır. Sadece Abbâsîlerle olan münasebetlerinden dolayı Büyük Selçuklulardan biraz bahsedilir. Bununla beraber İslâm dünyasının diğer devletleri (Osmanlılar gibi) tarafından geliştirilen ve âdeta başlı başına bir medeniyet olan Osmanlı medeniyet ve müesseselerine ya hiç veya çok az temas edilir. Gördüğümüz kadarı ile bu durum, dil ve kaynaklara ulaşılamamasından doğmaktadır.
Bu çalışmamızda, Hz. Peygamber döneminden başlamak üzere, Müslüman Arap dünyasının medeniyet ve müesseseleri yanında, tarihî seyri içinde diğer Müslüman ve Müslüman-Türk Devletleri nin müesseselerine de yer verildi. Özellikle, bir kıta görünümündeki geniş topraklar üzerinde hakimiyetini tesis etmiş bulunan ve farklı din, dil, ırk, örf ve âdetlere sahip toplulukları asırlarca adil bir şekilde idare etmiş olan Osmanlı Devleti teşkilâtına yeterince yer verdik. Müslüman devletlerin hayatiyet sırlarını teşkil eden bu müesseseler, arşiv belgeleri ile temel kaynaklann ışığı altında değerlendirildi. Bu sebeple, araştırmamızın büyük bir boşluğu dolduracağı kanaatindeyiz.
Okuyucu Yorumları