Kenya, Orta Afrika'nın doğusunda, vahşi hayvanların kol gezdiği, dünyaca ünlü bir av beldesi. Geçmişte, Avrupa, Amerika ve İngiltere'den zenginler, soylular, buraya safari yapmaya gelirlermiş. Türlü silahlar kuşanıp toplu halde ormanlara, savanlara dalar, vahşi hayvanları trak trak vurup devirirlermiş. Şimdilerde, safari artık silahla yapılmıyor. Turistler, toplu halde minibüslerle ava çıkıyor. Vahşi hayvanlar silahla değil, fotoğraf makineleriyle avlanıyor.
Tadımlık
JAMBO: Selam, merhaba, sizinle dostum. Size iyilik, esenlik diliyorum!..
Sevgili okuyucularım, sizleri bu kez, Afrika kıtasının göbeğinden, Kenyadan, Kenyaca selamlıyorum. Jambo!..
Jambo Kenyada en çok kullanılan sözcük. Derileri kuzguni siyah, dişleri süt beyaz, gözleri ışıl ışıl, iri yarı zenciler, Jambo! derken, öylesine sıcak ve candan ki!.. İnsan, kırk yıllık dostuyla selamlaştığını sanıyor.
Bu güne değin, beş kıtada, kırk ülkeyi ve bu ülkelerin iki yüzü aşkın kentini, kasabasını, köyünü görme olanağı buldum.
Bu arada en azından, kırk çeşit selam sözcüğü öğrendim. Hangi dilden olursa olsun, selam, kulağa en hoş gelen, insana güven veren bir sözcük oluyor. Kimi ülke insanlarının selamı pek baştan savma, kimilerinin ise alabildiğine içten. Kenya halkının sıcak yüreğinden fışkıran Jambosu, bence bugüne dek duyduğum selamların en etkilisi. Onlar bir insanı selamlarken, gülümsemeyi âdet edinmişler. Dili, ırkı, rengi, dini, uyruğu bambaşka birileri tarafından, güler yüzle selamlanmak, öylesine coşku verici bir olay ki!..
Yüreğinin derisi kalınlaşmış, gönül kapıları açılmaya açılmaya paslanmış, nice asık suratlı turist, Kenya insanının gülücüklerle süslenmiş Jambosuyla toparlanıyor. Dudağının ucuyla da olsa Jambo ile karşılık vermekten alamıyor kendini.
Kenyaya gitmeye kalkıştığımızı duyan eş dost, Vahşi hayvanların, ilkel kabilelerin, bin bir türlü zehirli börtü böceğin ve en önemlisi sarı humma hastalığının kol gezdiği Kenyaya gitmek, nereden aklınıza geldi? diye çıkıştılar bizlere.
Daha önceleri Mısır ve Tunusa giderek, Afrikanın kokusunu ve tadını almıştım. Ama asıl Afrikayı, Kenyada bulabileceğime inanıyordum. Bu yüzden, Kenyayı bir türlü aklımdan çıkaramıyordum. Eşin dostun sorusunu; Kenya hep aklımdaydı diyerek yanıtlıyordum. Doğrusu, gezi günü yaklaşınca, içimde beliren korkuyu savuşturmak iyice zorlaşmaya başladı.
Her gezi öncesinde olduğu gibi bu kez yine, gideceğimiz yerle ilgili araştırmalar yapmaya giriştim. Çeşitli kaynaklardan Kenya ile ilgili bilgiler edinmeye çalıştım. Haritada, gezeceğimiz yerlerin konumlarını inceledim. Bu sırada, gezilecek yerlerin, deniz yüzeyinden iki-üç bin metre yükseklikte olduğunu öğrendim. Kimi yerlerde Aralık-Ocak ortalaması 35 dereceyi buluyordu.
Gezi alanları çokluk cangıl denen bitki örtüsü, yağmur ormanları denen balta görmemiş ormanlar, yüksek otlar ve baobap ağaçlarıyla kaplı savanlar, kurak çöller, yeryüzünün en büyük yarıklarından biri olan Büyük Rift Vadisi, yanardağ lavlarının oluşturduğu yüksek yaylalar, içinde timsahların, su aygırlarının yuvalandığı nehirler, pembe filamingolar ve marabu kuşlarının konak yeri olan göller ile su kaynaklarıydı. Bu gezide dünyaca ünlü iki dağ ile yüz yüze gelecektik. Biri Kenya Dağı, öteki romanlara ve filmlere konu olan, Kilimanjaroydu.
Gezi boyunca, kent olarak sadece Kenyanın başkenti Nairobiyi görecektik. Ondan ötesi, ver elini dağ, bayır, çöl, orman!..
Gezi programında, sürekli olarak, şurada safari yapılacak, burada safariye çıkılacak... diye açıklamalar vardı. Kulaktan dolma, safarinin avlanma olduğunu biliyordum. Ama, yine de sözlüğü açıp tam anlamını öğrenmeden duramadım. Sözlükte Afrikanın doğusunda toplu olarak yapılan vahşi hayvan avı olarak açıklanıyor safari sözcüğü.
Kenya Orta Afrikanın doğusunda, vahşi hayvanların kol gezdiği, dünyaca ünlü bir av beldesi. Geçmişte, Avrupa, Amerika ve İngiltereden zenginler, soylular, buraya safari yapmaya gelirlermiş. Türlü silahlar kuşanıp toplu halde ormanlara, savanlara dalar, vahşi hayvanları trak trak vurup devirirlermiş. Safari sırasında, iki yüz kırk vahşi hayvan vurarak, avcılar kralı olan bir İngiliz soylusundan söz edildiğini duymuştum. Bizden önce Kenyaya giden arkadaşlarımız, bir otelde bu kişinin resmini görmüşler.
Ne var ki şimdilerde, safari artık silahla yapılmıyor. Turistler, toplu halde minibüslerle ava çıkıyorlar. Ama, vahşi hayvanlar silahla değil, fotoğraf makineleriyle, kameralarla avlanıyor.
Bu bilgileri hep yolculuğa çıkmadan önce ediniyorum. Sevinç ve meraktan, içim içime sığmıyor ama, bir o kadar da kaygılar kaplıyor benliğimi. Safari sırasında gidilecek yolların çok bozuk olması, deniz yüzeyinden yüksekliğin fazlalığı, zehirli böcekler ve sarı humma korkusu, içimi kemiriyor sürekli.
Geziyi düzenleyen şirket, yolculuk günü yaklaşınca, sarı humma ve kolera aşısı olmamız gerektiğini duyuruyor. Bugüne değin yaptığımız hiçbir gezi öncesinde, aşı olma durumunda kalmadık. Ama bu kez korku dağları bekliyor.
Aşı sözcüğü, çocukluğumdan beri hep bende itici bir etki uyandırır. Nedense öğrenciliğimde aşı günleri ölçüsüz bir tedirginliğe düşerdim. İlkokuldayken, apaçık ağlardım aşı olurken. Sanıyorum, bu tutumumda çevremde ağlaşan çocukların etkisi büyüktü.
Öğretmenlik yaptığım yıllarda da bu aşı gerginliğinden kurtulamadım. Öğrencilerimin ağlaşması yetmiyor gibi kollarımı tırmalayıp bacaklarımı tekmelemeleri, tedirginliğimi katmerleştirirdi. Yıllardır bu havadan çıkmış, aşı tedirginliğini unutmuştum. Şimdi, Kenya uğruna, yeniden o gerilimi yaşamak zorundaydım. Bu yaşta hâlâ gerilim sözcüğünü kullanmamı yadırgıyorum doğrusu ama, aşı söz konusu olunca dilime hep bu sözcük dolanıyor... Oysa, iki kez ameliyat oldum. Koluma batırılacak iki üç iğneden korkmak pek anlamsız. Ama, gel de anlat kendi kendine!..
Neyse, apıra köpüre aşılandık. Ve 25 Aralık sabahı, tepeden tırnağa silahlanarak, Afrika kıtasına doğru yola çıktık. Silah sözüne takıldınız biliyorum. O lafın gelişiydi. Biz, silah yerine iki fotoğraf makinesi, bir video kamerası, çanta dolusu film, kaset, pil ve şarj aletleriyle donandık.
Okuyucu Yorumları