Benim kuşağım varlıklı uluslarla yoksul ülkelerin derin çizgilerle birbirinden ayrılmış olduğu, ikiye bölünmüş bir dünyada büyüdü. Sanayileşmiş uluslar zenginliklerinin giderek daha da artacağını doğal veri olarak alıyor, yoksul ülkeler ise gelişmiş ulusların refah düzeyine yetişebilme konusunda umut beslemiyorlardı. Son otuz yılda Doğu Asyada başlayıp hızla yayılan İkinci Sanayi Devrimi, Türkiye gibi ülkelerin görülebilir bir gelecekte sanayileşmiş ekonomiler düzeyini yakalamalarını artık olası ve olasılıklı bir senaryo olarak ortaya çıkarmıştır. Bu nasıl oldu?
Belki daha önemli bir soru, genellikle yeni sanayileşen ülkelerin, özellikle Türkiyenin uygarlık geleceği. Gelirleri hızla yükselen bu ülkeler küreselleşen bir ortamda, biçimsel bakımdan giderek Batıya benzeseler bile, acaba toplu yaşam uygarlığında da onların düzeyine erişebilecekler mi? Ya da çocuklarına insan değerinin yüceltildiği, düzenli, adil, güzel ve mutlu toplu yaşam sağlayan kendi dünyalarını yaratabilecekler mi? Ne yazık ki bu konuda görünüm iç açıcı olmaktan uzak. Yeni sanayileşen ülkelerde uygarlık düzeyi, özellikle toplu yaşam, kurum, kural ve gelenekleri, teknik ilerlemenin ve maddi zenginleşmenin gerisinde kalıyor ve üzerine ciddi bir biçimde eğilmedikçe, geride kalmaya, hatta daha da kötüye gitmeye mahkûm görünüyor. Neden? Ne yapmalı?
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için, amaçlarla sınırlı ve gizliliğe uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Çerezleri nasıl kullandığımızı incelemek ve çerezleri nasıl kontrol edebileceğinizi öğrenmek için Çerez Politikamızı inceleyebilirsiniz.