Kategori : Tarih - Diğer
Fiyat: 225.00   Liste Fiyatı : 225.00
Ürün Tükendi.
Favorilere Ekle
Format : Kitap
Barkod : 9789750811234
Yayın Tarihi : 2006-11-07
Yayın Dili : Türkçe
Baskı Sayısı : 2.Baskı
Sayfa Sayısı : 672
Kapak : Ciltli
Kağıt : 1.Hamur
Boyut : 170 X 230
Hakkında
Yorumlar
Resimler ve Dosyalar
Feodal Avrupa´dan Rönesans´a... İnsanlar nasıl yaşadılar, nasıl davrandılar? Düşünceleri, duyguları, alışkanlıkları neydi? Evlilik, cinsellik, iffet, gebelikten korunma, doğurma teknikleri, dinsel ritüeller ve diğer ipuçları...

Philippe Ariès ve Georges Duby, özel hayatı ve görünümlerini etkilemiş değişikliklerin izini sürmeye devam ediyor: Beş ciltlik dizinin ikinci kitabı Özel Hayatın Tarihi 2, Feodal Avrupa´dan Rönesans´a uzanan dönemle ilgili olarak, Batı´nın toplumsal, siyasal, kültürel, dinsel tarihi üzerine veriler sunuyor.
Kitapta, Ortaçağ´da özel kabul edilenle edilmeyen arasındaki sınırı belirlemeye çalışan metinlere, resimler, çizimler, karikatürler ve fotoğraflar eşlik ediyor.

Tadımlık
Tehlike: kadınlar ve ölüler Kurulu düzeni tehdit eden şeyler, kibarlar âleminin mahremiyetinin, özel hayatının derinliklerinden gizlice çıkıyormuş gibi görünüyordu. Kibar sözcüğü gerçekten de duruma uygundur: evin hanımının otoritesi altında ezilen, emir kulu olan kadınların çıkardığı sorunlar endişe etmeye değmezdi. Dirlik düzenlik, özel hayatta huzur sorunu soylu kadınlar bağlamında önemliydi. Bu yüzden de sıkı bir denetim altında, boyun eğmiş halde tutulurlardı. Soylu evlerinde doğru davranış biçimini belirleyen değerler sisteminin temel direği, Kutsal Kitaptan esinlenen şu önermeye dayanıyordu: Daha zayıf oldukları için günah işlemeye daha fazla eğilimi olan kadınların dizginleri sıkı tutulmalıydı. Evin efendisinin ilk görevi karısı, kız kardeşleri, kızları ile erkek kardeşlerinin, kuzenlerinin ve vasallarının dullarını ve yetim kızlarını denetlemek, dayakla cezalandırmak, gerekirse öldürmekti. Ataerkil otorite kadınlar üzerinde daha güçlüydü, çünkü kadınlar tehlikeyi temsil ediyordu. Bu belirsiz tehlikeyi savuşturmak için, kadınlar evin en korunaklı köşesine, yatak odasına kapatılıyordu hanımlar odasını, bir baştan çıkarma, eğlenme mekânı olarak değil, sürgün cezası mekânı olarak düşünmek gerekir; kadınlar, erkekler onlardan korktuğu için buraya kapatılıyordu. Erkekler odaya girebiliyor, bilhassa senyör serbestçe girip çıkıyordu; romanslarda senyörler sık sık akşam yemeğinden sonra meyve yemeye hanımlar odasına gider, gevşer, başını dizlerine dayadığı ailenin genç kızları onu okşar, saçlarını tarar, bitlerini ayıklar; bunlar, senyörlere, bir evin hükümdarı olan zenginlere özgü zevklerdi. Başka erkekler de mahrem eğlenceler için, kitap okuma ve şarkı faaliyetleri için odaya alınır, ama bunlar evin efendisi tarafından seçilir, onun isteği üzerine, geçici bir süre için, ziyaretçi olarak içeri girerlerdi; neredeyse tek bilgi kaynağı olan edebiyatta, yatak odasında ikamet edenler, evin efendisiyle çok küçük erkek çocukları dışında, sadece iyileşinceye kadar kadınların bakımına verilen yaralılar ve hastalardır. Şöyle bir gördükleri, ama doğal olarak dışlandıkları harem dairesi, erkeklerin gözünde yabancı bir alan, ayrı bir prensliktir; evin hanımı, senyöre vekâleten yönetimi elinde bulundurur; çekici halkı düşmanca bir tutum sergiler ve genellikle en kırılgan kesimi, daha korunaklı dini bir cemaatin içinde daha da kapalı tutulur; şatonun bünyesinde yer alan bu manastırı, efendinin karısı değil, dul bir akrabası veya evlendirilememiş bir kız yönetir. Kısacası, ailenin kadınları devlet içinde devlet oluşturur, egemen bir topluluktur, evin reisi haricinde hiçbir erkeğin yetki alanına girmez; senyörün otoritesi de denetimle sınırlı bir süzeren otoritesidir ve din adamları, vicdan yönetimi bahanesiyle sık sık bu otoriteyi senyörün elinden almaya çalışır. Bu endişe uyandırıcı kadınlar topluluğuna belirli görevler verilirdi, çünkü fazlasıyla zayıf olan bu yaratıklar için tembellik bilhassa tehlikeli olduğundan, meşgul edilmeleri şarttı. İdeal düzen, zamanın duayla iş, tekstil işi arasında dengeli biçimde paylaştırılmasıydı. Yatak odasında iplik eğirilir, nakış işlenirdi; XI. yüzyıl şairleri kadına söz hakkı tanıdıklarında, kadınların iplik eğirirken söyledikleri dokuma şarkılarını yazarlardı. Gerçekten de, hem giyim kuşam, hem de yatak odasını, salonu ve şapeli süsleyen işlemeli kumaşlar, yani hem dini, hem dindışı sanatsal yaratımın önemli bir bölümü kadınların elinden çıkıyordu, ama bunlar o kadar dayanıksız bir malzeme aracılığıyla yaratılıyordu ki, günümüze onlardan birkaç küçük parça kalabilmiştir sadece. Ne var ki, erkeklerin savaş ve avlanma faaliyetleri gibi ekip halinde yapılan dua ve el işleri, kadın mizacının yapısal ahlaksızlığından adları gibi emin erkekleri, takıntılı, hayali endişelerinden kurtarmaya yetmiyordu: kadınlar kendi başlarına yatak odasında kapalıyken, hep birlikte ne yapıyorlardı? Belli ki kötülük yapıyorlardı.

Okuyucu Yorumları